Taşıyla toprağıyla
Gökyüzü, güneşi, yıldızı ayıyla
Bizimken dünya;
Büyüyorduk düşe kalka.
Ağaçlarımız vardı ,
Evimizin bahçesinde.
Bir de küçük erik ağacı…
En çok da onu severdim.
“Sula, büyüt senin olsun” demişti babam.
Yaslanıp gövdesine uyurdum bazen.
Gece-gündüz su verdim.
yeşillendi, ben neşelendim.
Eğilirdi dalları üzerime,
Çıkabilseydi topraktan
Koşacaktı benimle…
Sarı sıcak günleriydi güneşin.
Biz mahallenin yaramazları,
Bir kuşun yuvasını bozmuştuk;
Yavrular varmış içinde.
Düştüler yere, kalkamadılar.
Korkup kaçtık oradan.
Daha rüzgâr değmemişti kanatlarına;
Oyunumuzun kurbanı oldular.
Suçlu bizdik,
Kuşlar, ağaçları sorguladılar.
İnanın bin bir kere pişmanım!
O gün bu gündür,
Bütün kuşlardan utanırım.
Bırakıp gittim bir gün,
Ayrı kaldım
Evim ve Erik Ağacımdan.
Döndü devran, geçti zaman.
Hasretimiz bitti derken;
Yıkıldım!
Hangi yürek dayanır buna;
Karıncalar yuvalanmış,
Yanmış, sararmış bir yanı.
Paslı çiviler çakılmış yarasına.
Beraber büyüyecektik hani!
Kuşlar konacaktı dallarına,
Başıma düşecekti meyvelerin.
Resmini çekecektim;
Sevdiğim kızla, senin.
Erik Ağacım, oldu mu şimdi?
Neden direnmedin?
“Yaşamak benim de hakkımdır!” demedin.
Ağlamayacağım işte!
Yakışmaz bize yas tutmak.
Bak, ŞİİR oldu kuruyuşun!
İhanete meydan okuyor;
Dimdik, ayakta duruşun!